CİLVANALILARLA BİR KAÇ SAATİN ANATOMİSİ
Çok Değerli köylülerim:
Biliyorsunuz her fırsatta size buradan yazmaya çalışıyorum. Nasıl yorumlandığını açıkçası çok da bilmemekle birlikte yine de yazmak işimiz olduğundan fırsat buldukça da yazmaya devam etmek gerektiğine inandım.
Yine bu site ziyaretçileri eski yazılarımdan bilirler ki iş seyahati için 20 günlüğüne Türkiye’de idim. Her çıktığım bir seyahate tek iş için gitmem. Muhakkak gittiğimde birkaç iş planlamayı artık alışkanlık edindim. (Olağan üstü işlerin dışında tabi)
Bu seyahatimde geçtiğimiz Aralık ayından itibaren planlı olduğu için kendimi 20 güne ayarlayıp birçok işi bir arada halletmeye çalıştım. İlk önce Devletimiz için, daha sonra Ankara’da Ahıskalılar için ve son olarak da Posoflular için bazı önemli çalışmalarımız oldu. Bunların arasına da her gittiğim yerde aile, eş, dost ve akraba ziyaretlerini de ihmal etmedim.
Müsaadelerinizle en etkilendiğim ve son dönüş günü arifesinde sizlerin de yakinen tanıdığınız ve bu siteyi de ilgilendirecek olan köylülerimizle geçen birkaç saatin anatomisini burada kaleme alarak sizlerle paylaşmak isterim. Umarım bu iyi niyetli çıkışımı yanlış yorumlamazsınız.
Ankara ve Bursa’dan sonra daha önceden planladığım üzere yol güzergâhında bulunan İzmit, Gebze, İstanbul Anadolu yakasındaki Posof ve Ahıska olmak üzere toplam 6 dernek ziyaret ederek bazı görüşmelerde bulunacak ve çıkan dergimizin (Fransa’dan Posof’un Sesi) yeni sayısında bu görüşmeleri haber olarak neşredecektim.
Bu site ziyaretçisi köylümüz Fuat Akman ile MSN’den tanışıyordum. Benim İstanbul’a geleceğimi ve görüşmemizin mümkün olup olamayacağını sormuştu. Fuat’ı ziyaret edeceğim sözünü vermiştim. Fuat’ı daha görmeden yazışmalarından genelde her Cilvanalıda bulunan bir özelliğini tespit etmiştim. Saygı, sevgi ve insancıl dolu paylaşımcı ruhuna sahip olduğunu anlamıştım. Fuat ile aramızda çok yaş farkı olduğundan köyde hiç görmemiştim. Sadece Bursa’da bir seyranda, o da ayaküstü görüşebilmiştik. Fuat’ı köyümüzün sitelerindeki yazılarından tanıyordum.
Öz Cilvanalı Ahmet
Ankara’da Gölbaşı’nda hava Astsubay olarak görevli en küçük kız kardeşim Çiğdem’in kocası yine kendi köylümüz olan Rahmetli Binali eminin kardeşi yıllar önce Ankara’da rahmete kavuşmuş Esfender eminin üç numara oğlu Ahmet Ermen ile birlikte yola çıktık. Onun için de bu seyahat iyi oldu, birçok Posoflu, Ahıskalı ve en önemlisi de köylülerimiz ile tanışmış oldu.
Hatta İstanbul’da Yazdan ağabey ile tanıştıklarında ise Öz Cilvanalı unvanını da almış oldu. (karısı da kendisi de Cilvanalı olduğundan)
Fuat’ı tanıdım
Fuat ile Ümraniye’de karşılaştığımızda göstermiş olduğu sıcak ilgi ve alaka tarif edilemez bir duygudur. Fuat’ın işi Karşıda olduğundan köylülerimizden uzak kaldığını ama sürekli Avrupa yakasına geçerek köylülerimizle birlikte olduğunu, asıl önemlisi de zaten bu sitedeki yazılarından da anlaşılacağı üzere tüm Cilvanalılar gibi onun da kalbinin Cilvana ve Cilvanalılarla birlikte attığını biliyordum ama bu defa gözlerimle şahit oldum.
Fuat mütevazi bir daire kiralamış üç arkadaş bekâr kalıyorlardı. Planımız başka olmasına karşın Fuat’ı kırmayıp bekâr evini bize açtığı için ve en önemlisi de gönlünü bize açtığı için evine gittik. Çamlıca tepesinde gece gezisinden sonra eve gelip yattık. Ertesi gün birkaç saat birlikte olduk. O bizi Ümrani’ye de Ahıskalılar Derneğine getirdi. Kendisi işine gitti. Akşam da Avrupa yakasındaki Posoflular derneğimizde gelip tekrar bizi buldu.
Fuat’ı tanımış olmak bana Rahmetli Sadrettin (Sado) ağabeyi, kardeşi Nevrettin (Navo) ağabeyi ve hatta babası Rahmetli Ömer emiyi hatırlattı. Onlarda köyümüzde paylaşımcı değiller miydi? Hele Ömer emi. Hepsinden önemlisi de köyüne köylüsüne düşkün değiller miydi? İşte Ömer eminin en küçük oğlu Fuat Akman da böyleydi.
Cilvanalılar hep paylaşımcıdır
Köyümüzde sadece paylaşımcı, dostuna, komşusuna, akrabasına, köylüsüne düşkün elbette sadece Ömer emi ve oğulları değildi.
Ya da İstanbul’da sadece Fuat da değildi. Yazdan Coşkun ağabeyimizi unutmadım elbette. Posoflular Derneği başkan yardımcılığı görevini de üstlenen Yazdan ağabey geleceğimi duyunca adeta telefonla bize rehberlik edercesine Güngören’deki derneğin yerini tarif ettiği gibi sokak ortasında bizi saatlerce de bekledi. Yaşça bizden çok büyük olmasına rağmen içindeki Cilvanalı sevgisi, komşuluk ve dostluk duygularının hâkim oluşu, böyle bir sorumluluk taşımasına neden olduğunu hissetmiştim. Yazdan ağabey hakikaten değer verdiğim ağabeylerimdendir.
Derneğin lokalinde Yazdan ağabey ve başka birkaç kişi ile oturup başkanı beklerken uzun uzun sohbet ettik. Güzel Türk çaylarımız sürekli tazelenirken gelenlerle birlikte biz dostluk akrabalık hatta Cilvanalı olmanın özellikli olduğu temalarını işliyor ve ara sırada Avrupalı Cilvanalılardan bahsediyorduk. Her gelene Ahmet’i tanıştırırken onu öz be öz Cilvanalı olarak tanıtıyor bizleri yarı Cilvanalı tanıtıp latifesini de yapmayı ihmal etmiyordu.
Yan masada oyun oynayan Emekli Albay Hikmet Güney ağabeyde yanımıza geldi. Tekrar hoş beşten sonra asker ciddiyeti mimikleriyle espriler yaparak konuşurken Ahmet Ermen ile aynı mesleki dilden konuşmalarına karşın tanışmaları bizim yardımımızla da olsa uzun sürdü. Hikmet ağabeyin işi vardı gitmesi gerekiyordu, yeniden görüşme temennisiyle görüşerek o derneğin lokalinden ayrıldı.
Bu sırada dernek başkanı Badeleli Adnan Kaynar geldi. Onunla hemen söyleşimizi yapmak üzere yukarı başkan odasına çıkarken arkamızdan merdivenlere yukarı koşar adımlarla geleni fark ettim. O köyden çocukluk arkadaşım Cemalettin Erüş’tü. Derneğe işinden bir saat önce çıkmış koşar adım gelmişti. Görüşmek için sarıldığında ter kan içinde olduğunu hissettim. Cemalettin benim İlkokul’dan arkadaşımdı. Halen MSN’den görüştüğümüz değerli bir arkadaştır. Bu defa kendisi benim için en zor bir görevi yapmıştı. Konumumu bildiği ve anlayışla karşıladığını umut ediyorum.
O ve onun gibi birkaç arkadaşıma sözüm vardır. İleride bu sözlerimi biriktirerek bir defasında da olsa yerine getireceğimden herhalde kuşkuları yoktur.
Bir anekdot
Cemalettin Erüş ile 2000 yılında yaşadığım bir anekdotumu sizinle paylaşmak isterim. 2000 yılının sonbahar ayıydı. Ankara’dan eşim ve bir Fransız arkadaş ile İstanbul’a gelmiştik. Uçağın saatine daha vardı. Sultanahmet gezisinden sonra Bakırköy’e ilerledim. Orada birde karnımızı doyuralım diye bir restoranın önüne çektim arabayı. Yukarıda yemek yerken tam arka masadan curcunanın içinde tanıdık bir ses geldi kulaklarıma. Kafamı geri çevirdiğim de ise tanıdık sesi “İstanbul’da sarı çizmeli Mehmet ağa” sözüne inat çocukluk arkadaşım Cemalettin’di. Bir anlık şok oldum. Tesadüfe bakın. Özellikle arasan bulamazdın.
Onun dikkatini çekmem gerekiyordu. Sesli bir şekilde “Ola Aga” deyip çevirdim kafamı. Cemalettin sesimi duyunca masaların üzerinden zıplayarak geldi yanıma. O da benim gibi şaşırmıştı. Arkadaşlarını bırakıp illa da çalıştığı işyerine davet etti bizi. Kırmadım arkadaşımı gidip dairesinde bizim de özlediğimiz bir Türk kahvesini içmiştik.
Biraz da iş
Başkan, Yazdan ağabey ve Cemalettin ile oturup ciddi bir şekilde söyleşimizi yaparken derneğin faaliyetleri ve yönetimin gelecekteki projeleri konusunda epey ilerlemiştik. Söyleşimiz devam ederken baktım, nenenin “mehlerini” eline almış gelen (meh hikayesi Savcı ile Camo arasında geçen bir anıdır. Kendisi yazar herhalde)
Camo ağabey (Cemasettin, Kemal eminin 2. oğlu) ile ardından gür sesi ile tanıdığımız Recep ağabey çıkıp geldiler. Biz söyleşimizi kestik, köylülerimiz ile görüşüp kısa esprilerin ardından yeniden dernek söyleşimize geçerek hep birlikte tekrar ciddi konulara dalıp, söyleşi içinde kısa notlarımı aldım. Dernek meseleleri konuşulurken Recep ağabey her zaman olduğu gibi yine dernekçilik tecrübesini konuşturup konuları anlatırken, esprileri cümleler kurmada usta olan Camo ağabey ise büyük bir ciddiyet içinde bir süre konuları hep birlikte işledik.
Lokalde Cilvanalılar köşesi
Başkan odasında işimiz bittikten sonra birkaç kare resim aldık ve giriş katta bulunan İstanbul Posoflular Derneği lokaline geri indik. Masaları birleştirerek küçük bir Cilvanalılar köşesi oluşturduk. Masamıza gelen köyümüzün eniştelerini de aramıza alıp köyden eski anılarımızı anlatıp isimleri geçenleri yad ederken yanımıza gelenlerin sorularıyla bazen de mecburen ciddi konulara dalmak zorunda kalıyorduk. Genelde anılarımızı anlatarak köyü yeniden hatırlayarak kısa da olsa özlem giderdik. Yanımda dernek başkanı vardı. Ara bir dernekle ilgili unuttuğumuz konulara da giriyor şaka ortamından uzaklaşıp ciddi konulara geri dönüyorduk. Bir ara dalmışım konuşmaya, ensemde bir nefes hissettim. Tam başımı çevirecektim ki baktım Mendüf Kibaroğlu “eledür, ola eledür” diye sesini çıkardı. Görüştük, koklaştık onunla da birkaç yıl olmuştu görüşmeyeli. Cilvanalılar lokalde giderek kalabalıklaşıyordu.
Masada tam karşımda yine Badeleli enişteler ve Yazdan abi, Recep abi, Camo abi, Cemalettin, Fuat, Mendüf ve Ahmet var.
Konuşmalarımız gitdikçe derinleşiyordu. Bir ara bu sitelerdeki yazılara konu getirildi. Recep ağabeyin Nağirgehten katıldığı canlı yayın anlatıldı. Herkes bunu öğrenmiş birçoğu da izlemiş memnuniyetlerini dile getirdiler.
Bu sitedeki yazıların konusu oldu. Herkes görüşlerini ifade ediyor yazıları okuduklarını söylüyorlardı. Ama yazıları nerdeyse ezbere bilenlere sordum, bu kadar girip takip ediyorsunuz da siz niye iki satır çiçığlamiyersiz? Haklı olduğumu söyleseler de kendilerince gerekçe uydurup çeşitli yorumlara dalıp kaçamak cevaplıyorlardı.
Demek ki Kamil Ergün yazıların okunmadığından yakınıyordun ama senin bile Tinasğaro TV’ in burada konu olmuştu. Epeyce de okuyanlar varmış.
Kamil halen elin kalem tutmaya devam ediyorsa eğer yine Ergenokom veya başka konuları işleyebilirsin.
Sağolsunlar hepsi yemek için ısrar ederken benim kendilerini gördüğüm ve doyduğumu özellikle ifade ettim. Ama gerçekten de böyleydi. O kadar köylümü bir arada görmem beni memnun etmişti. Hatta Ahmet beni havalimanından yolcu edip ayrılırken, “Ne iyi ettim ki seninle geldim ağabey. Bu kadar köylümü ve Posofluyu da gördüm. Tanıdım.” Dercesine sevincini saklayamadı. Ankara doğumlu Ahmet köyü bizden de çok sevmeye başladı. Yani Yazdan abinin olmazsa öz Cilvanalı unvanını gerçekten de hak etti.
Epey oturduk. Zaman hızla geçiyordu. Ancak birde hayatın gerçeği vardı. Bizim adeta alnımızın yazısı olmuş olan ayrılık vakti gelip çatmıştı. İstemeyerek de olsa birkaç saat geçirdiğim değerli köylülerimden vedalaşarak ayrılmak zorunda kaldım.
Ertesi sabah havalimanına geldim. Bana havalimanında çalışan iki köylümüzün telefon numaralarını vermişlerdi akşamdan. Menduh Kibaroğlu, köyden çocukluk arkadaşımdı. Uçağa giderken cepten aradım. O gün çalışmayacaktı, izinliydi. Ancak sitem ediyordu. “Ola kariden fırça yeduğ. Sen geldin dedim o da ğınkâl bişürmiş. Sen gelmedin fırça attı. Alacağun olsun. Öteden Aysel ablanın sesi geldi. “Burhan insan bacısını görmeye gelmez mi? Alacağın olsun. Madem gediyersin İlknur’a da çok selam söyle (O ve birkaç kişi ablam İlknur ile samimi arkadaştı köyden)
Anladım Mendüf şaka yapmıyordu. Ona da söz verdim. Bir daha gelişimde Aysel ablayı arayacağım ğinkal yapmasını rica edeceğim.
Hazır elimde telefon var uçağa giderken Mehmet Güner’i de aramak istedim. Numarayı çevirdim Mehmet kısık bir sesle “alo” dedi. Kendimi tanıtınca bir ara şaşkınlık yaşadı. Belli ki hiç beklemiyordu. Ya da her gelen gidenin kendisini rahatsız etmesinden bıkmıştı. Ya da hiç biri sadece onun karakter yapısı buydu. Ben her üçünü de hoş karşıladım. Her üçü de mümkündür. Ama konuşmam sonunda telefonu kapatırken memnunluğunu da saklayamadı. Ne de olsa Cilvanalıydı. En kötü ihtimali bile güzel ve oldukça sevecendi.
Uçağa gelmiştim. Telefonu kapatmak zorundaydım.
Evet, değerli köylülerim birkaç sat bile olsa Cilvanalılarla birlikte olmanın ne kadar güzel olduğunu şimdi daha iyi anlamışsınızdır umarım.
İşte Cilvanalı olmanın farkı da burada yatıyor.
Her nerde yaşıyor ve Cilvana’yı da yaşatıyorsanız biliniz ki sizi de seveniniz vardır.
BURHAN ÖZKOŞAR
FRANSA